10 Kasım 2010 Çarşamba

Cumhuriyet Gazetesi 13 Ekim 2010

“Barba” Rumca amca demekmiş, rahmetli Hakkı Amcam sağ olsa idi hemen amcanın Çerkezcesi ne diye sorardı…



“Barba” Rumca amca demekmiş, rahmetli Hakkı Amcam sağ olsa idi hemen amcanın Çerkezcesi ne diye sorardı…
Amca ne demek…

Baba yarısı mı?

Benim gibi dört amcası olan ve amcaları ile birlikte iç içe büyüyen erkek kardeşim Gökhan 6-7 yaşlarında iken “amca” babanın erkek kardeşine dendiğini öğrenince, bayağı düşünüp tartmış ve vardığı sonuç onu biraz üzmüş, “benim çocuğumun hiç amcası olamayacak” demişti.

Hem kız hem erkek kardeşim olduğu için kardeşim gibi endişem olmadı ama benim için de amcalarım önemli.
Sanırım Rumlar içinde amca önemli ki Gökçeada’da barba ile çok karşılaştım.
Gökçeada’nın Zeytinli köyünde Barba Hristo’nun mekânında üçüncü sakızlı muhallebiyi yiyiyorum.
Daha lezzetlisini daha temiz yapılmışını da yiyebileceğimi düşünemiyorum. Tatlı üstüne dibek kahvesi beklerken, karşıda gördüğüm banka geçiyorum.

Dibek kahvesi

Dibek kahvesi denince genellikle pişirme şekli sanılıyor oysa dibek kahve öğütme yöntemi. Taşa oyulmuş bir çukurda (havanda) kahve çekirdekleri yaklaşık 10 kiloluk demirle ezildikten sonra elekten geçiriliyor, kahvenin günlük hazırlanması önemli bir özelliği, yani her gün bu işlemin yapılması ve taze sunulması dibek kahveye tat katıyor.
Nedense kahvenin olmasını beklemek her seferinde bana zor gelir, sanırım benim gibi Hakkı Sateş için de zordu ki daha kahveyi ateşe koyamadan “kahve Yemen’den mi geliyor” dedi.

Sanki susuz kalmışım, sabırsız yer değiştiriyorum, sokağın karşıdaki banka geçiyorum.
Ruh halimi anlamış Barba kapıdan başını uzatıp sesleniyor “Yediğin muhallebinin sakızı, Sakız adasından geliyor, o oturduğun bankın ardındaki bina Bartholomeos’un dedesinin dükkânı idi” diyor.
Gökçeada Zeytinli köyü doğumlu Fener Rum Patriği olan Bartholomeos dedesine ait olan eski dükkânı restore ettirmiş, müze haline getirmiş.

Kokusu çoktan bana ulaşan kahvemin buharı kıvrımlar yapıyor, pür neşe bana geliyor. Yoksa kahve ruhumun ihtiyacı olan iksiri mi?
Sateş’e sordum.

“Barba dibek kahvesini bugün mü yaptın?”

Barba da “Tadına bak da sen bil bakalım” diyor kurnazca, eliyle işaret ederek sözüne devam ediyor, “Yandaki ev de patriğin doğduğu ev” diyor.
Kahvemi içerken evin harap hali dikkatimi çekiyor.
Dükkân pırıl pırıl ama ev bakımsız.

Evi patriğin kız kardeşine vermişler. O bir patrik ve kendisi de o evde doğmuş, ama ev ile ilgilenmemiş.
Aklıma geliyor;
Acaba araları bozuk mu?
Onlar da kardeş kavgası yapıyorlar mı?
Birbirlerine küsüyorlar mı?

Ya kardeşiniz dini lider olursa, saçınızı çeken, kızamık çiçeği hastalığını birlikte geçirdiğiniz, yani birlikte büyüdüğünüz, her halini bildiğiniz o kardeşiniz dini lider olursa elini öper misiniz? Yoksa ah kardeşim deyip ensesine indirebilir misiniz?

Yani ne bileyim işte kardeş kardeş konuşabilir misiniz?
Sateş’imin çocukluğunda top koşturduğu sokakları dolaşıyorum, çeşmelerin suyu hiç kesilmemiş belli, suyun aktığı oluklar paslı yosunlu.

Sonbaharda iyice ıssızlaşmış, Gökçeada’nın Zeytinli köyü, taş kaplı yolları ve çamarşırhaneleri sağlam, göçlerle yaşayan evler azalmış, ama yazları gelmek üzere restore edilen evler artmaya başlamış.
Barba ise yaşadığı Yunanistan’dan ölmek için doğduğu topraklara tamamen geri dönmüş, yaz-kış adada yaşıyor. Beşiktaş’ta futbol da oynayan Barba Hristo bayırı çıkıp gelenleri karşılıyor, sıcak bir tebessüm ile “hoş geldiniz” diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder